Teknoloji, internet, yalnızlar, sanal aşklar, yalan bünyeler vesaire.

Canalys firmasının araştırmasına göre: içinde bulunduğumuz 2003 yılında, Avrupa, Ortadoğu ve Afrika’daki akıllı telefon satışları, diğer mobil cihazların satış rakamını geçecekmiş.

Peki ‘akıllı telefon’ (smart phone) dedikleri şey ne işe yarar? ‘Hayatınızı organize eder’ diye tanımlıyor uzmanlar. İnternete bağlanıp e-postalarınızı okumak, bankacılık işlemlerinizi yapmak, borsa oynamak, gazete okumak vs. gibi işlerde kullanabileceğiniz bu gelişmiş telefonlar giderek yaygınlaşacak ve hayatımızı organize edecekmiş. Şu işe bakın? Hayatımızın organizasyonu, cebimizin ebatlarından bile daha küçük bir telefona kaldı…
Yani ‘Hiper Teknolocik Amcalar’ diyor ki:“Siz hayatınızı organize etmekten acizsiniz ey insanlık! Ama üzülmeyin, panik yapmayın.. Biz sizin hayatınızı organize etmek üzere, çok pahalı ama çok maharetli minicik aletler üretiyoruz.. Ellerinizi başınızın üzerine koyun ve bu cep kadar minik aletlere teslim olun!”
Peki amcacığım!

Tamam! Zaman hız zamanı. Teknoloji, artık hayatımızın vazgeçilmezi… İnternet iletişimin, bilgiye ve habere ulaşmanın en kısa ve en ucuz yolu. Dünyadaki değişimin hızına yetişebilmek, koşturmaca halinde tükettiğimiz yaşamı bir yerlerde yakalayabilmek, teknolojinin nimetlerinden faydalanmak çağın gereği. Ama bu durumun suyunu çıkarmıp, teknoloji çılgınlığının sosyal yaşantımızı etkilemesine de izin vermemeli. Ne dersiniz?

Giderek ‘teknolocik’ ilişkiler, ‘teknolocik’ aşklar, ‘teknolocik’ dostluklar, yani ‘teknolocik’ yaşamlar içinde boğuluyoruz sanki..

Psk. Dr. Hakan Erkaya, bir yazısında: “Artık bilgisayar ekranında öğrenilen davranış kalıpları pekiştirilerek yavaş yavaş günlük hayatı da sanallaştırmaya başlıyor. Bu olgulardan bir tanesi de bütün dünyada görülmeye başlanan “metropolis zapping” diye adlandırılan bir olgudur. Metropolis zapping denilen olay; bulunduğumuz kentlerin içinde hareket ederken bir anlamda sanki “on-line”mışız ve kent bir web sayfasıymış gibi bir etkinlikten başka bir etkinliğe, bir merkezden başka bir merkeze, bir insandan başka bir insana, bir bardan başka bir bara, vs… kaydığımızı ve yaşamlarımızın artık çok akışkan olduğunu farzederek yaşanıyor!” diyor.

Dünya nüfusu her geçen gün dehşet bir hızla artarken, insanoğlu yalnızlaşıyor. Yani kalabalıklaşırken yalnızlaşıyoruz. Çağın vebası bu: Yalnızlaşmak, insani duyguları yitirmek, manevi şeyleri törpüleyip yerine daha maddesel şeyler koymak, varoluşu hakiki olarak gerçekleştirememek, yele kapılmak vesaire.

* * *
Yazık ki, sosyal yaşantıya aktif olarak katılmak eskisi kadar ucuz değil. Sinemaya, tiyatroya, konsere, cafeye gitmek lüks oldu artık. Bu sebepledir ki insanlar iletişim ihtiyaçlarının bir çoğunu, aynı anda internette karşılama avantajını kullanmak istiyorlar.

Bir hayat kadınının pahasını biliyor musunuz? Ya da bir kadına pastahenede bir dilim pasta ısmarlamanın pahasını? İnternet öyle mi ama! Saati 1.425.000 liradan, hem seks ihtiyacını giderebiliyor, hem gazeteni okuyor, hem müziğini dinliyor, hem de karşı cinsten birine birşey ısmarlamadan muhabbet edebiliyorsun. Sudan ucuz!!!

Hepsine eyvallah da, bir takım ihtiyaçları siber alemde gidermeyi alışkanlık haline getirdiğin gün, gerçek yaşamdan koparsın. Sosyal yaşamdan kopmadan, siber alemin nimetlerinden faydalanmak olası gibi görünüyor.

Hazzetmediğim birisi BİLE olsa, yüzyüze konuşmanın gerçekliğini ve tadını, cansız bir monitör karşısında sohbet etmeye ya da içselliğimi deşifre etmeye değişmem.

İşte bu yüzden diyorum ki: gerçek dostlarımızı, içselliklerimizden mahrum etmeyelim. Onlara ve kendimize bir şans verelim. Mahrem olması gereken ‘iç dünyamızı deşifre etme’nin mekanı siber alem değil, sosyal yaşamdır.

Bununla birlikte, internette kurulmuş ilişkileri (sanal aşk ya da sanal dostluk) gereğinden fazla önemsiyor ve sahipleniyorsanız, bu ilişkilerde beklentiler içine giriyorsanız, internette ‘online’ olsanız bile, gerçek hayatta ‘invisible’ takılmaya mahkumsunuz demektir.

Sen git dertlerini hiç tanımadığın sanal insanlara anlat.. kederini, coşkunu monitörle paylaşıp rahatla; sonra da, “dostluklar ölüyor, kimse kimseyi dinlemiyor, giderek yalnızlaşıyoruz” gibi şikayetlerde bulun. Pek adilane değil, ne dersiniz?

Bütün insani değerler, teknolojinin ve postmodernizmin kurbanı oldu zaten. Gelenekler, safiyetler, eski ve içten alışkanlıklar, özlemler, hayaller vs. Hiç olmazsa aşkın ve dostluğun anlamını yitirmeyelim. Bırakın hiç olmazsa onlar derin ve masum yöntemlerle yaşanmaya devam etsin.

Alengirik nickname’lerle, yalan silüetlerle, hayalini kurup da olmayı beceremediğiniz edalarla, sanal ebatlarla, hiç karşısına çıkamayacağınız yavuklularla, reelde karşılaşır karşılaşmaz büyüsü bozulacağı belli aşklarla daha ne kadar kandırabilirsiniz ki sevdaya hasret bünyenizi?

Ve gerçek dostlarınıza, gerçek emekler harcamaya yüreğiniz yetmiyorsa, dostluğun ya da dostlarınızın suçu değil bu… Klavye başında iç dünyanızı açmak, sırlarınızı paylaşmak maharet değil.. Yiyorsa bir insanın gözünün ta içine bakarken, sesiniz titrerken, gözleriniz nemlenirken, elinizi koyacak yer bulamazken, bir cüssenin ve içindeki yaşanmışlıkların varlığını karşınızda kanlı canlı hissederken dökülün eteklerinizdekileri!

* * *
Şimdi teknoloji ve internet konusunda bu kadar ahkam kestikten sonra, ICQ kullandığımı ve günün yaklaşık 18 saati online olduğumu söylersem, bana “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” demezsiniz değil mi? (Tamam abarttım, online değil invisible takılırım. Eh benim de kendime göre bir takım prensiplerim var; temelli yoldan çıkmış değilim yani.)

Bazı zamanlarda, mesela 3-5 ayda bir, canım sıkılır, ne bileyim yapacak iş bulamam ve online olurum. ICQ kullananlar bilir; anında mesaj yağmaya başlar.. Şair ruhlu olanlar, evlenecek biri için ICQ’dan medet umanlar, mankenler, iş adamları…. ‘aynı anda hem yakışıklı, hem zeki, hem ahlaklı, hem zengin, hem kariyer sahibi, hem hebele, hem de gübeleyi bünyesinde toplamayı başarmış(!) kusursuz tiplemeler…

Bir kere “slm”, “ASL” ya da “nasılsın cici kız, beyaz atlı prensin olayım mı” felan gibi ebleh işi mesajlarla gelenleri kafadan ignore ederim. Azıcık da olsa zeka kırıntısı gördüğüm mesajlara cevap veririm. Ama heyhat, onlar da iki cümle sonra; “kendini tarif etsene, fotoğrafın var mı” vs. gibi muhabbetlere girerler.. Anında ‘dalga geçmek’ ve ‘haddini bildirmek’ dürtülerim şahlanır…

Kendini tarif et diyenlere: “boyum 1.50” diye ilk oltayı atarım.. “Hmm minyonsun demek, minyonları severim” der karşıdaki sazan. “Kilom 92” deyince, “Biraz kilo problemin var galiba” diye miyavlamaya başlar seninki… “Evet biraz kilo, biraz sivilce, biraz da kepek problemim var” deyince, ses kesilir karşı taraftan.. Bir süre düşündükten sonra dalga geçildiğini anlar: “Kendine güvenen biri olmalı” diye geçirir aklından; kendini kandırmaya yeminlidir. “Yok.. yok güzel olabilir…”

“Neden dalga geçiyorsun benimle” der, ebleh avcı. “1.80 boyunda, 60 kilo, yeşil gözlü, kızıl bir afetim desem, inanacak mısın bre denyo?” diye sorunca “Evet evet biliyordum güzel olduğunu” der seninki. Ulen şişko, tıknaz, kepekli ve sivilceli olduğuma inanmıyorsun da manken gibi olduğuma nasıl inanıyorsun aklıevvel?

Eh reel hayatta, manken gibi biriyle değil muhabbet etmek, yanına yaklaşmak gibi bir şansı ya da cesareti yoktur; hiç olmazsa sanalda tatmin olsun, özgüven tazelesin paşam, değil mi?

Mevzu karışık, söylenecek çok söz var. Zaten çiçeği burnunda üyeyim, bu kadar gevezelik yeter. Haydi selametle !

irena
hem geveze hem çömez site sakini

PAYLAŞ
Önceki HaberÖSS NIGHT PARTY
Sonraki HaberDünyanın en pahalı ve en berbat interneti
AnkaraSosyete.com 2002 yılının Mart ayında yayın hayatına başladı. Internet yayıncılığının emekleme yıllarında hem internet reklamcılığına hem de Ankara gece hayatına damgasını vurdu. 2005 yılında Türkiye'nin 75. 2006 yılında 173. 2008 yılında ise 251. en çok ziyaret edilen sitesi oldu ( kaynak: alexa). 200 000 e yakın Ankaralı'yı fotoğraf karesine sığdıran AnkaraSosyete.com 12 yılda yüzlerce partiye ev sahipliği yaparken milyonlarca ziyaretçiyi de web sitesinde ağırladı. AnkaraSosyete.com ilk günkü heyecanı ile Ankaralılara hizmet vermeye devam etmektedir.